Şanslı bir coğrafyanın ve her zaman toprakla uğraşan kalabalık bir ailenin üyeleri olarak, doğal yaşam ve beslenme, bizim için sonradan duyduğumuz ve bin bir güçlükle uygulamaya çalıştığımız, çok paralar harcadığımız bir şey değil, çocukluğumuzdan beri yaşadığımız olağan bir yaşam biçimi oldu her zaman.
Yaz tatillerinde çoluk çocuk kışın yiyeceğimiz kuru fasulyeleri topladık, çilekleri dalından toplayıp siğilden yedik, cevizi yeşilken ve ellerimiz kapkara olana kadar, dutları ağacına çıkıp dudaklarımız mosmor olana kadar yedik. Velhasılı kelam her türlü meyve sebzeyi, mevsiminde yayladaki ve köydeki bahçemizden dalından kopararak yedik. Dört gözle yaz boyunca alandaki üzümün olgunlaşmasını bekledik, annelerimizin salça yapmasını, elma kurutmasını, Nenemin Suna’dan (nenemin has kızı –ineği : ) ) süt sağışını, büyük bir eforla tulukta tereyağ yapışını, dedemin/dayımın bal sıkışını seyrederek büyüdük.
Çok şanslı çocuklardık çünkü, ebeveynlerimiz her ne kadar okumuş meslek sahibi insanlar olsalar da, (öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mühendisler…) emekli olana kadar hobi olarak ve emekli olduktan sonra da bahçeleri genişleterek, hiç bir zaman topraktan, doğadan ve doğal olandan kopmadılar. Neredeyse bütün tatillerini ağaç dikerek, kazma sallayarak, bahçe sulayarak geçirdiler. Çocukken ve ergenlik zamanlarında yaylada olma fikri her zaman bize cazip gelmese de, şimdi hepimiz anlıyoruz ki, bu yıllar aslında bize belki çoğu insanın sahip olamayacağı bir servet verdi. Servet derken yanlış anlamayın, para pul cinsinden değil : ) Servetten kastettiğim, daha çok, doğal olanın tadının, görüntüsünün, yapılışının bilgisi ve elbette bedenimize kattığı sağlık. Hormonsuz çileğin, kurtlu elmanın, gerçek dutun, ayşe kadın fasulyenin, GDOsuz mısırın, gerçek domatesin, çam mantarının, buğday ekmeğinin, bahçelerde özgürce gezinen tavuk yumurtasının tadını bilerek büyüdük biz. Diş-budağı tanıyoruz biz, sayesinde çok ballı kaymak yemişliğimiz vardır, armudu elmayı şeftaliyi cevizi fidankenden tanırız. Ne şanslıyız ki; dikili ağaçlarımız var, belki şu anda arasak da bulamayacağımız, nesli belki de tükenen eski ağaç tiplerimiz var. Yüzyıllık zeytin ağaçlarımız, tadını hiç bir cevizde bulamayacağınız ceviz ağaçlarımız var. Ne şanslıyız ki; bu ağaçları hala koruyan kollayan, her avuç toprağımızı canla başla değerlendirmek için gecesini gündüzüne katan, bütün maddi imkanlarını seferber eden nenemiz, annelerimiz, babalarımız, teyzelerimiz, eniştelerimiz var.
Ama ne yazık ki, “Peki ilerde bu bahçelere kim bakacak” travması yaşıyorlar (bkz: Herkese merhaba), çünkü çocuklarının büyük çoğunluğunu isli ve sisli, bol trafikli, az yeşillikli, bol betonlu, çok mesaili ve bol mu tartışılır ama para kazanmalı, beyaz yakalı metropol hayatına kaptırmış durumdalar : ) Ey ebeveynlerimiz; biz de Size buradan bu blogla yüksek sesle haykırmak istiyoruz ki, bu metropol hayatı bizi çok olgunlaştırdı : ) Anladık ki, insanlar artık zamanlarını (Bundan 20 yıl önce acaba en doğal ürün nerededir diye bu kadar zaman harcıyor muyduk?) ve kazandıkları paraların büyük bir kısmını, doğal beslenebilmek için harcıyor, yurdumun en güzel ürünlerine doğru fiyat ve kaliteyle ulaşamadığı için de taa Latin Amerikalardan, Asyalardan gelen, üstelik uzun süre dayanabilmesi için üzerilerine ilaç sıkılan ürünlere fahiş fiyatlar ödeyerek, hem sağlığını tehlikeye atıyor hem de o malın geldiği yerde yaşayanlara zararları dokunuyor. (örn: Peru, Kolombiya, Ekvador gibi Latin Amerika ülkelerinden ithal edilen Kinoanın, böyle ticari bir ürün olması nedeniyle fiyatının çok arttığını ve oradaki köylünün ana besin kaynağı olduğu halde artan fiyatlar nedeniyle artık kolayca ulaşamadığı bir ürün haline geldiğini öğrenmek, umarım içini acıtıyordur ey kinoa yiyicisi. Ayrıca oralardan getirilirken sıkılan ilaçlar da cabası.. Sen 2 gram protein alacaksın, belki 1 kilo zayıflayacaksın diye ne ocaklar sönüyor bunu da unutma lütfen ).
Biz anladık ki; gerçekten doğal olan, üzerinde yaşadığın toprakta ne yetişiyorsa onu kullanmakmış. En uzak coğrafyalardan adını bile telaffuz edemediğimiz ilaçlar kullanılarak günlerce sonra bize ulaşan yiyeceklerin ne bize ne de geldiği yere faydası varmış. Bizim ailemiz için doğal olan şeyler, artık bir çok aile için satın alınması gereken, araştırılıp soruşturulan ve büyük çabalar ve paralar ile elde edilen şeyler haline gelmiş. İnsanın hayatta gerçekten kök salabilmesi, gelecekte ne olacak endişesinden az da olsa sıyrılabilmesi için, bir dikili ağacı olması lazımmış. Bir ailenin çocuklarına verebileceği en güzel şeyin, nasıl sağlıklı ve doğal yaşayabileceklerine dair bir anlayış ve yaşam tarzı bilgisini sağlayabilmekmiş. Bu bahçelere sahip çıkmak bizden sonraki neslin bekası için boynumuzun borcuymuş, tıpkı sizin yaptığınız gibi.
Ve anladık ki; hayat paylaştıkça çoğalırmış ve güzelleşirmiş. Bu blogla işte bizim yapmak istediğimiz şey de tam olarak budur: Paylaşmak, paylaşmak… Bizim bildiğimizi sizin bilmediğinizi paylaşmak, hep var olanı ama bazen unutulanı paylaşmak, bilmediğimizi de paylaşmak ve en önemlisi bizde fazla olanı paylaşmak… İşte bu nedenlerle bu blogda, o sene hangi ürün fazlaysa onu bulacaksınız, isterseniz sipariş edebileceksiniz. O ürünün bahçeden size gelene kadar olan macerasını bulacaksınız. Belki bu macerayı siz de yaşamak isteyeceksiniz, apartmanınızın bahçesine bir avokado ağacı veya ceviz ağacı dikeceksiniz. Bir ağacın büyümesi yıllar alır biz görmeyiz diye hemen pes etmeyin. Doğa her zaman emeğinizin karşılığını verir. Doğayı gelecek nesillerimiz için sevin, koruyun ve emek verin. Sizden gelen öneriler, talepler ve eleştiriler ile daha da gelişeceğiz ve güçleneceğiz. Bu blogda okuduğunuz ya da aklınıza gelen her konuda, tereddüt etmeden bizimle iletişim kurun.
Hep doğal beslenin…
Hep doğayla kalın….
Hoşçakalın…